Kayıtlar

Günebakan 40: "Öfkemiz de diri neşemiz de"

Resim
  Yaşar ERCAN 28 Temmuz 2025   Çok sıcak. Her geçen gün tahammülü bitiren bir sıcaklıkla boğuşuyoruz. Yaz hiç gelmeyecekmiş gibi uzayan kıştan kalan soğuk hava dalgalarının bir anda kesilip yerini kavurucu sıcaklara bırakması, ekolojik dengenin bozulmasıyla açıklanıyor. Ekolojik denge dahil dünyayı bir düzende tutan dengelerin birer birer bozulmasından payını alan küresel ısınma neticesinde mevsim normalleri denen sıcaklık düzeyleri normalden çok uzakta. Sıcaklar bir geldi pir geldi. Gölgede bile serinlemek mümkün değil. Güneş görmeyen odalar dahi insanı nefessiz bırakıyor. Küresel ısınma, betonlaştırılan kentlerden aldığı güçle önüne geleni yutuyor. Çok değil 10 sene önce klima nedir bilmeyen Maraş’ın evlerinde klima artık olmazsa olmaz. Şu sıralar sıcaklıklardan korunmanın tek yolu klima kullanmak.   Bir beyaz eşya satıcısı klima siparişlerine yetişemediklerini, klima satın alanlara kurulum için en erken on gün sonraya gün verdiklerini söyledi. Bu korkunç bir şey. Hem i...

Günebakan 39: "Toplu taşıma, büyükşehir alametidir."

Resim
  Yaşar ERCAN 7 Temmuz 2025   Bir yerde deprem olduğunda orada sadece deprem olmaz. Bir yerde deprem olduğunda deprem sadece orada olmaz. Bir yerde deprem olduğunda orada deprem olduğuyla kalmaz. Depremin psikolojisini yaşayan bilir. Deprem insanın miladıdır. Deprem yaşayan insan bir daha asla eskisi gibi göremez, gidemez, gülemez, sevemez ve yaşamı aynı heyecanla karşılayamaz. Bu nedenle bir yerde deprem olduğunda orayı uzun zaman takip edip kültürel bir rehabilitasyon sunmak insanlık görevi olmalıdır.   Kafamı kaldırdığım her yerde moloz yığınları, yıkılmayı bekleyen apartmanlar, delik deşik olmuş yollar, toz bulutları, iş makineleri, inşaat sesleri… Depremden bu yana artık iki buçuk yıl geçti ama etkileri zamana yayılıp gün yüzüne çıkmayı bekler gibi dalgalanıyor. Her yer 6 Şubat’ı hatırlatıyor. Her yerde toz hâlinde depremin izlerini görüyorum. Deprem olguya dönüşüp yaşantımın bir parçası gibi hep gözümün önünde duruyor. Bir yanda konteynerde geçinmeye çalışanlar, bir...

Günebakan 38: "Baba bizim neden mektup kutumuz yok?"

Resim
 Yaşar ERCAN 30 Haziran 2025   İranlı yönetmen Bahman Gobadi’nin ilk uzun metrajlı sinema filmi olan Sarhoş Atlar Zamanı (2000), kaçakçılıkla geçimini sağlayan bir grup insanın İran-Irak sınırındaki yaşam öyküsünü ele alıyor. Filmin başrolünde karşımıza çocuk yaşta anne ve babasını kaybedip kardeşlerine bakmak için okulunu bırakarak çalışmak zorunda kalan Eyüp karakteri çıkıyor. Eyüp’ün tek derdi evin geçimi değil. Her geçen gün hastalığı ilerleyen ağabeyi Madi’yi ameliyat ettirerek sağlığına kavuşmasını sağlamak en büyük arzusu. Bu uğurda kışın en sert günlerinde katırla kaçakçılık yapmaya başlıyor. Kız kardeşleri Rojin ve Emine’nin de bu zorlu şartlarda yaşama tutunma çabaları, hayatın acımasız tüm gerçekleri ve sertliğiyle sergileniyor filmde. Duygu dolu ve etkileyici hikâyesini güzel bir isimle süsleyen Sarhoş Atlar Zamanı ’nın adı, kışın zorlu şartlarında çalıştırılan katırların/atların karlı dağlardan, sarp yollardan geçerken soğuğa teslim olmamaları için sularına alkol...

Günebakan 37: "Ağaçlar ve Biz"

Resim
Yaşar ERCAN 13 Haziran 2025   On senedir düzenli olarak 23 Nisan’larda okulun bahçesindeki uygun alanlara fidan dikiyoruz. Birçoğu tuttu. Daha doğrusu toprağa tutundu, toprakla bağ kurdu ve etkin bir etkileşimle toprak-su-hava üçgeninde yoğruluyorlar. Göğe uzanan dallarını arada şaşkınlık ve törpülenmiş bir gururla izliyorum. Bazılarıyla konuştuğum da oluyor ama karşılıkları reçine sunmak oluyor. Zeytin ve ceviz hariç. Onların ilgisi meyvelerinden yorgun düşen dallarından anlaşılıyor. Her birinin kendine özgü dokusu, kokusu, sulanma alışkanlığı var. Çamlar suyu çok seviyor; zeytin çapalanmayı, ceviz budanmayı, dut silkelenmeyi… Her birinin farklı güzelliği var.   Mavi serviler beklenenden hızlı büyüyor. Büyüme konusunda çok aceleciler. Seyrek de olsa kozalak veriyorlar. Birinin dalına serçeler yuva bile yaptı. Benekli dört yumurtadan sağlıklı, tüysüz, şapşal tavırlı dört yavru çıktı. Gagaları neredeyse boylarının yarısı kadardı. Birkaç günde tüylendiler. Birkaç gün sonra serçe...

Günebakan 36: "Kendiniz olun. Dürüst olun."

Resim
Yaşar ERCAN 26 Mayıs 2025   Beyaz Japon balığı ölmüş. Böyle sabahlara uyanmak, tıpkı balığın akvaryum yüzeyine vuran kanı çekilmiş vücuduna sonradan eklendiğini düşündüren feri sönmüş gözlerindeki donukluk hissi yaratıyor içimde. Umay, “Baba balık” diyor işaret parmağıyla akvaryumu gösterip “nereye gitti?” demek istiyor. Balık kızım, hepimiz dünya denen akvaryumda dolaşan balıklarız. Öyle alelade bir gün sabaha karşı ya da akşamın ıssızlığında bir anda, nedenli ya da nedensiz çekip gideceğiz dünyadan, bir balık yalnızlığında.   **   “Aç gözünü seyret tekrarı yok bunun / İşimiz muhabbet efkarı yok bunun / Arada bir dilimiz sürçer ise affola / Tutmasını biliriz de kemiği yok bunun”   İlhan Şeşen’i, Levent Kırca’nın uzun yıllar izlenen Olacak O Kadar adlı programında dillere dolanan tanıtım müziğindeki sözüyle sesiyle tanıdım. Tabii Grup Gündoğarken’le yaptığı albümler ve ardından bireysel olarak kayda aldığı şarkılarla herkesçe saygı gören koca bir müzisyen olmuştu. Bu...

Günebakan 35: "Yokluktan Var Olmak"

Resim
 Yaşar ERCAN 18 Mayıs 2025   Ahmet aradı. Askerliğini yarılamış. Ancak tahammülünün sonuna gelmiş. Sigaraya yeniden başlamış. Muhabere biriminde olduğundan en azından kitap okuyabiliyor, yalnız kalabiliyormuş. Bir saat kadar konuştuk. Mektup yazdım sana ama kesinlikle ulaşmasını istiyorum bu yüzden birkaç haftadır gönderemedim, taahhütlü olarak göndereceğim dedi. Haberleşmenin çok ötesinde bir tür mektup. Hem yazınsal yönü var hem de kalıcı bir söz söyleme olanağı. Mutlandım elbette, merakla beklemeye başladım. İletişim çağında kâğıtla ileti gönderilir mi? Bence gönderilmelidir. Hızlı tüketilen her şey gibi insan ilişkilerindeki diyalog da tüketiliyor. Söz gerçekten uçuyor. Dijitale yazılan yazı da kalmıyor. Geldiği gibi gidiyor kelimeler ve şeyler.   19 Mayıs 2025   Cumhuriyet sayesinde bir kariyere sahip olan insanların bugün Atatürk’ü anmadan Gençlik ve Spor Bayramını kutlama çabalarını, kapatmaya çalıştıkları kusurlu geçmişleriyle eşleyince çok da şaşırmıyor insa...

Günebakan 32: "Yapılan iyilik başka bir iyiliği doğurur."

Resim
 Yaşar ERCAN 21 Nisan 2025   “ Benjamin çiftliğin hem en yaşlı hem de en aksi hayvanıydı. Ağzını ayda yılda bir açar, açtığında da niyeti sadece gırgır geçmek olurdu -mesela bir defasında Tanrı’nın ona kuyruğunu sinekleri kovması için verdiğini ama sineksiz bir dünyada, kuyruksuz yaşamaya da razı olacağını söylemişti. Çiftlikteki hayvanlar arasında bir kere bile güldüğüne rastlanmamış tek hayvan oydu. ” ( George Orwell, Hayvan Çiftliği , Syf. 8, çev. Ayberk Erkay, YKY )   Kült filmleri, klasik kitapları dillere pelesenk eden popülarite hoşlandığım bir şey olmadığından yapıtların üzerine çokça konuşulduğu, halk ağzıyla ünlü olduğu, dönemlerde izlemeyi de okumayı da sevmiyorum. Bu nedenle George Orwell’in Hayvan Çiftliği adlı kitabını henüz okuyabildim. Aslında kitabı okumayanların da okumuş kadar oldukları sosyal medya paylaşımlarından anlaşılıyor ancak satır aralarında geçen bazı cümleleri ne yazık ki kaçırıyor kitaba aşina ama hiç okumamış okur. Yukarıdaki alıntıladığım...