Günebakan 39: "Toplu taşıma, büyükşehir alametidir."

 Yaşar ERCAN



7 Temmuz 2025

 

Bir yerde deprem olduğunda orada sadece deprem olmaz. Bir yerde deprem olduğunda deprem sadece orada olmaz. Bir yerde deprem olduğunda orada deprem olduğuyla kalmaz. Depremin psikolojisini yaşayan bilir. Deprem insanın miladıdır. Deprem yaşayan insan bir daha asla eskisi gibi göremez, gidemez, gülemez, sevemez ve yaşamı aynı heyecanla karşılayamaz. Bu nedenle bir yerde deprem olduğunda orayı uzun zaman takip edip kültürel bir rehabilitasyon sunmak insanlık görevi olmalıdır.

 

Kafamı kaldırdığım her yerde moloz yığınları, yıkılmayı bekleyen apartmanlar, delik deşik olmuş yollar, toz bulutları, iş makineleri, inşaat sesleri… Depremden bu yana artık iki buçuk yıl geçti ama etkileri zamana yayılıp gün yüzüne çıkmayı bekler gibi dalgalanıyor. Her yer 6 Şubat’ı hatırlatıyor. Her yerde toz hâlinde depremin izlerini görüyorum. Deprem olguya dönüşüp yaşantımın bir parçası gibi hep gözümün önünde duruyor. Bir yanda konteynerde geçinmeye çalışanlar, bir yanda toplu konut idaresinin teslim etmesini beklediği evlerin hayalini kuranlar, diğer yanda kiracılar, esnaflar, öğrenciler, sokak kedileri… İnsanların dilinde hep aynı söz; depremden önce, depremden sonra.

 

8 Temmuz 2025

 

Necati Cumalı’nın kaleme aldığı, toplumsal psikolojiyi en iyi yansıtan hikâyelerden Susuz Yaz’ı beyaz perdeye uyarlayan usta yönetmen Metin Erksan’ın bu filmle Türk sinemasını uluslararası alanda tanıttığını, sinemamızın temel taşlarından birini oluşturduğunu biliyordum ama uluslararası sinema organizasyonlarında ülkemiz adına ilk ödülün bu filme verildiğini yeni öğrendim. Başrollerini Erol Taş, Ulvi Doğan ve Hülya Koçyiğit’in paylaştığı Susuz Yaz, ülkemizde yasaklıyken yapımcısı Ulvi Doğan’ın arabasının bagajında gizlice götürüldüğü Berlin Film Festivali’nde 1964’te gösterime girmiş, ardından Altın Ayı ödülüne layık görülmüş. Zahmetsiz rahmet olmuyor.

 

9 Temmuz 2025

 

Gecenin karanlığında gökte asılı duran, yuvarlak, büyük beyazlığa bakıyorum. Ayın tam hâli. Gök feneri. Masalcıların diline dolanan ayın on dördü işte bu. Öyle bir güzellik. Etrafını inançlı bir ısrarla ışıtma çabasını bilmem kaç bin kilometre uzaklıktan izliyorum. Kuzey yarım kürede benim gibi kaç insan izliyordur şu an, kaçı üstündeki lekeleri ejderhaya benzetiyordur benim gibi. Loukianos’tan Jules Verne’e kaç hayalperestin düşlerine giriyordur kim bilir.

 

10 Temmuz 2025

 

Sabah erkenden kalktım. Mevsim normallerinin üstünde bir sıcaklıkla güne başladım. Gün boyu evin dışında koşturmacanın içindeydim. Güneşin tüm hatlarıyla saldırdığı yeryüzünün yanıtı, beton ve metalleriyle sıcağı ikiye katlayıp göğe uzatmasıydı ki bu, bir insanın sağlığını bozacak düzeyde hissedilen bir sıcaklıktı. Akşam hava biraz yumuşasa da nemle birleşen hava nöbeti devraldı. TV karşısında film izlemekten daha iyi bir seçeneğim yoktu. Şerif Gören’in 1987’de çektiği Katırcılar adlı sinema filmini izledim. Filmin bana göre en sert, vurucu, içli, önemli sahnesi, bir gün önce elleri kelepçeli hâlde jandarmadan kaçan Rüstem’in kızına kavuştuğu gece kızının yaşamını yitirmesiydi. Sahnenin devamında jandarmalarca evinin etrafı sarılan Rüstem, kucağında ölen kızıyla evden çıkıp jandarmalara doğru yürüyor ve kelepçeleri çözdürdükten sonra kızına sarılıp ağlıyor.

 

11 Temmuz 2025

 

Kültür Bakanlığı, kitapların arkasına yapıştırdığı bandroller yerine karekod uygulamasına geçmeli. Karekoda yazarın özgeçmişi, kitabın künyesi, varsa önceki baskılarının bilgileri, baskı kâğıdının niteliği gibi bilgiler yazılmalı. Kütüphanecilik açısından da işleri kolaylaştıran bir uygulama, bilgiye erişimi kolaylaştıracağından iletişim çağına ayak uydurma açısından değerli olabilir.

 

13 Temmuz 2025

 

Lisans diplomasını almaya hak kazanarak öğretmen olmuş gençlerin devlet okullarında çalışabilmeleri için yapılan sınavda görevliydim. Sınav merkezlerine giden yolların çoğunda çalışma olduğundan trafik beklenenden erken kilitlenmiş. Her gelen aday aynı şikâyetle girdi salona. Çoğu geç kalma endişesiyle uzun mesafeler koşmak zorunda kalmış. Şehirde işleyen adam akıllı bir toplu taşıma kültürü ve araç çeşitliliği olmadığından bazı önemli günlerde hep aynı sorun yaşanıyor. Toplu taşıma araçlarının çeşitliliği ve sürekliliğinin ne denli önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Tabii toplu taşıma bir kültürdür, büyükşehir alametidir. Anadolu şehirlerinin en büyük sorunlarının başında gelir. Belediyeler bu hizmeti layıkıyla yerine getiremediğinden her vatandaş araç edinmek durumunda kalıyor. Araç sayısı artınca caddeler şehre yetmemeye başlıyor. Ortaya sıkışık trafik çıkıyor. Kısa mesafelerde bile uzun zaman kaybetmek insanı çileden çıkarıyor. Oysa nüfusu her geçen gün artan şehirlerde toplu taşıma hava gibi su gibi ihtiyaç. Ulaşım en temel haklardan biri. Çözülmeyi bekleyen toplumsal sorunlar listesinde çok uzun zamandır öncelikli sıralarda bulunuyor fakat pek de çözülecek gibi durmuyor. İzdiham dergisinin bir sayısının kapağında yazdığı gibi: “Sayın ulaştırma bakanım; kavuşamıyoruz.”

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Günebakan 29 :”Hayat Paylaşınca Güzel”

Günebakan 30: "tövbe kadar kara"

Günebakan 31: "Son Irmak Kuruduğunda"