Günebakan 41: "Maske gerçekleri gizleyemez."
Yaşar ERCAN
4 Ağustos 2025
Kışın başlanan alt yapı yenileme çalışmaları her ne kadar şehri çamur içinde bıraksa da toplum nezdinde destek gördü. Eskiyen, kaçağa neden olan ve depremde hasar gören borular yenilenmeye başlandı. İsale hattındaki sızıntıdan toprağa karışan ve kaçak olarak adlandırılan su miktarının, toplam su miktarının yarısından fazla bir orana ulaştığının açıklanmasıyla genel sorun tespit edilmiş oldu. Sonrasında alt yapıdan kaynaklı su kesmeler yerini kuraklığa bıraktı. Su depoları sıfırlandı. Barajların dibi göründü. Bir su sorunudur aldı başını gitti. Su cenneti memleketimizde susuz kaldık. Gün boyu akmayan musluklar gecenin belirli saatleri -ki bu Kaski’nin canı ne zaman ve nasıl isterse olarak okunabilir- birkaç saat akarsa eldeki bidonları doldurup yarına hazırlık yapıyoruz. O birkaç saatte çamaşır, bulaşık, genel temizlik vb. ne varsa halletmeye çalışıyoruz. Depremden bu yana yaşadıklarımızı yan yana koyarsak yılın survivor*’ı kesinlikle biz oluruz. Şehrin “Kahraman” unvanının hakkını veriyoruz.
*Hayatta kalan.
5 Ağustos 2025
Memleketten Havadisler
Ne güzel sormuş şair: “Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır?”
Günümüzden şöyle birkaç cümlelik yanıt verilebilir:
-Ülkemizde bu ara sahte diploma skandalı var. Depremde yaşamını yitiren avukatların diplomaları e-devlet sistemine girilerek başkasına para karşılığı satılmış. Üstelik bu işlem yasal yollardan yapılmış gibi profesyonel bir elden çıktığı için diplomanın sahteliğini kimse sorgulamamış. Tabii olay bununla da sınırlı kalmıyor. İsteyene ortaokul, lise, lisans diploması düzenlenirken isteyene not güncelleme, unvan kazandırma gibi gayet çeşitli bir yelpazede sahtekarlık hizmeti sunulmuş.
-Ülkemizin dört bir yanında ormanlar yanıyor. Ne hikmetse bu yangınlar hep birlikte çıkıp infial uyandırdıktan birkaç gün sonra kontrol altına alınıyor ve yeni bir yangına kadar kimse tarafından sorgulanmıyor. Laf aramızda Çanakkale, Bursa, Balıkesir civarında madencilik faaliyetleri hız kazanıyor.
-Ülkemizde Türk-Kürt kardeşliğine gölge düşüren terörün kökten çözümü için bir komisyon kuruldu. Terörsüz Türkiye Komisyonu adıyla ve gayet beylik bir sloganla ilan edilen süreci yürütmek için kurulan komisyona, silahını sınır ötesinde yakan bir grup teröristin sözcüsünden gelen itirazlardan sonra Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu adı verildi. Şimdilerde birkaç siyasi partiden görevlendirilen temsilciler kapalı kapılar ardında bizim haberimiz olmadan bizi -yani halkı- barıştırıyorlar.
-Enflasyon canavarı sabit gelirliyi tüketti. Ancak bu konu gündeme kâğıt üstünde şişkin görünen maaşla getirildiğinden toplum nezdinde ciddiye alınmadı. Her sabit gelirli kendinden daha alt pozisyonda çalıştığını düşündüğü sabit gelirlinin geliriyle kendi gelirini kıyaslayıp hak aradığından hiç kimse hakkını alamadı.
-Ülkeye Suriye iç savaşından kaçıp gelen bir grup göçmenin Toroslarda avladığı çeşitli türdeki yaban kuşlarını Arap ülkelerine sattıkları ortaya çıktı. Satılmadık bir kuşumuz kalmıştı. Şükür ondan da mahrum kalmadık. Şairin sorusuna en güzel yanıt bu haber oldu.
6 Ağustos 2025
“Yazları sıcak ve kurak; kışları ılık ve yağmurlu.”
Henüz iki binli yıllara girmediğimiz bir yılda (98 ya da 99 olmalı, emin değilim), ilkokul sıralarında öğretmenimiz Hasan Karakuş’u dinliyoruz. Maraş’ın coğrafi konumu ile iklimini anlatıyor. Üst dudağını kapatan bıyıklarının arasından sınıfa yayılan aynalı sesi kâh yükseliyor kâh kısılıyor. Sık sık kravatını düzeltip göbeğinin üstüne düşen kravat iğnesini yeniden hizalıyor. Kısa kollu beyaz gömleğinin yakasını da düzeltmeyi ihmal etmiyor. Kahramanmaraş, Akdeniz bölgesindedir. Çünkü Maraş’ta Akdeniz iklimi görülür. Yazları sıcak ve kurak; kışları ılık ve yağışlıdır. Bitki örtüsü makidir. Ağaçları bodurdur. Yani kısa ve çalılık tipi ağaçlardır. Bu ağaçlar dağlarımızda kendiliğinden biter.
Ah değerli öğretmenim, keşke o derste anlattığınız gibi kalsaydı memleketimizin iklimi. Artık yazları da kışları da kurak. Yağmur deseniz lokal ve baskın hâlinde. Her sene sel felaketi, fırtına (ya da Maraş’ın deli poyrazı), sahra sıcakları gibi doğal afetlerden etkilenen bitki örtümüz ne yazık ki çeşitliliğini her geçen gün yitiriyor. Kısacası topyekun tükeniyoruz.
7 Ağustos 2025
Selçuk Baran’ın, Türkân Hanım’ın Ölümü adlı öyküsünden uyarlanan aynı adlı tiyatro oyununda “Antikalarımın tozlanmalarına nasıl izin vermezsem, ölümlerimi de unutuşun küllerine terk edemem. Bütün ölümleri belleğimde, oldukları gibi taptaze saklarım.” diyor. Epey ürkütücü bir hâl.
8 Ağustos 2025
Kadirşinas Ahmet amca,
Çok zaman geçti üstünden. Size birkaç sözle veda etmek uzundur aklımdaydı. İhmalkârlık demeyelim ama uygun bir vakit bulup size ulaşacakmışçasına bir mektup yazmak bugüne kısmetmiş. Biliyorsunuz o gece hiçbirimiz bir sonraki hayatımızda kendimiz kalamadık. Kimimiz zihnen, kimimiz bedenen göçtük bu dünyadan. Ne ki size Allah’a ısmarladık bile diyemeden ölüm geldi çattı.
Sizinle tanışmamıza vesile olan doksanlı yılların sonlarına doğru İmar İskân Lojmanlarının bitişiğine taşındığımız evin balkonundan depremden sonra hiç bark olmamışçasına bomboş arazi olarak bırakılan o bahçeli, beş katlı lojmanın ilk katında oturduğunuz dairenin olduğu yere bakıyorum. Baktıkça da anı yağmuruna tutuluyor zihnim.
Dairenin güney penceresinden Alparslan’a seslenir, (ki sizin ilkin sesinizle tanıştık) onu gazete almaya yollardınız. Hemen her gün tekrarlanan bu sekansın ardından sizin çok okuduğunuzu, yazılar yazdığınızı öğrenirdik Alparslan’dan. Henüz okumayı yeni sökmüş ilkokul öğrencileri için o zaman bir yazara komşu olmak olağanüstü heyecan verici gelirdi. Çantamızda taşıdığımız kitaplardaki yazarlardan biri de arkadaşımızın babasıydı; üstelik pencereden de olsa sizi görebiliyor, tonlamasına dikkat ettiğiniz karakteristik sesinizin tınısını artık Alparslan’ın babası Ahmet amca olarak tanıyorduk.
Sanırım sizinle ağustos anımız da bu sıralar oluştu. Bir akşamüstü Alparslan kapımızı çaldı. “Annenden izin al, babam bizi fuara götürecek senin de gelmeni istedi.” dedi. Yanılmıyorsam emektar arabanız Hacı Murat’a binip Kahramanmaraş’ın geleneksel fuarı olduğunu çok sonraları öğrendiğim Ağustos Fuarı’na gitmiştik. Birçok ilgi çekici stant vardı elbet ama biz, o dönem Srebrenitsa ve Çeçenistan’da katledilen insanlar için kurulan bir stantta vakit geçirmiştik. Sinevizyon gösterimleriyle yaşanan vahşeti şehrimizdeki insanlara göstererek bir kamuoyu oluşturuyor, binlerce kilometre uzaktan mazlumlara destek vererek katliamlardan bihaber halkı bilinçlendiriyordunuz (Böylece sizinle gerçekten tanışmış olduk). Çocuk zihnimde sizinle ilk tanışma hikâyemi böyle anımsıyorum. Laf aramızda o stantta nargile fokurdatan bir amcanın elma aromalı nargilesini denemiştik. Benim sözcük hazneme nargilenin girdiği an da o andır.
Sizinle on bir, on iki yıl kadar komşuluk ettik. Siz mahalleden taşındınız. Uzun bir süre hiç rastlaşmadık, belki de komşuluk süremizden fazla bir süre. Ancak Alparslan ile denk geldikçe ayaküstü de olsa sizlerden haber aldık. Fakat mahalleden taşındığınızdan sonra sizinle bir daha hiç yüz yüze görüşemedik. Zaten Ağustos Fuarları da artık düzenlenmiyordu. İnsan unutmaya meyyaldir. Bir şeyler anımsatmasa belki birbirimizi unutmuş bile sayılırdık fakat Küçük Prens’te de geçtiği üzere insan gönül bağı kurduğu her şeyden ölene dek sorumludur. Belki bu nedenle balkona çıkıp yönümü lojmanlara her döndüğümde sizin daireye özellikle bakıyor, bir zamanlar burada yankılanan sesinizle Alparslan’a seslenip çocukluk anılarımı tazeliyordum. İnsan unutmaya meyyal ama insan unutarak yok olmaya da meyyal olduğundan unutmayı seçeneklerim arasında hiçbir zaman bulundurmadım.
Tabii zaman geçti. Okudum, öğretmen oldum. Ben de yazılar yazmaya başladım. Dergi kurdum, dergi ilerledi, sesi duyuldu, okuru ve duyuranı arttı. Bu sayede edebiyatla ilgilenen birçok insanla tanıştım. Şehrimizde düzenlenen bir kitap fuarında ise yıllardır görmediğim kızınız Bilge Hanımla denk geldik. Başta birer yabancı gibi sohbet ederken konu İmar İskân Lojmanlarına gelince sizin kızınız Bilge, yani çocukluğumun Bilge ablası olduğunu fark etmemle büyük mutluluk yaşadım. Zaman geçmekle kalmamış hem beni hem de onu değiştirmiş, neredeyse birbirimizi tanımaz hâle getirmişti ki edebiyat sayesinde yollarımız bir kez daha kesişti. Bir zaman sonra numaramı bulup beni aramış, “Yahu kusura bakma, böyle pat diye aradım. Ben Alparslan’ın babası Ahmet. Bizim Bilge söyledi, Sin Edebiyat’ı takip ederim. Demek sen çıkarıyormuşsun, ilahi. Çok gönendim.” demiştiniz. Oysa ben selam verdiğiniz an sizi tanımış, buyurun Ahmet amca demiştim, en az sizin kadar gönenerek. Vertigonuzun ilerlediğini, dış ortamda pek fazla vakit geçiremediğinizi fakat ağrıların en aza indiği bir vakit muhakkak bir çay içip sohbet etmek istediğinizi söylemiştiniz. Ne yazık ki bu görüşmenin üzerinden çok geçmeden şehrimizi yerle bir eden depremde sizi de kaybettik.
İnsanın yarını ne olacak bilinmiyor elbet. Dünya hayatı nerede, nasıl son bulur kimse bilemiyor. Fakat sizden öğrendiğim, bildiğim bir şey var ki dünya hayatının anlamlandırılmasında bana her zaman yol gösterir. Değer bilmek diyoruz şimdilerde, eskiler kadirşinaslık derdi. Siz değer veren, değer bilen bir insan olarak yaşadınız. Son kez yüz yüze oturup sohbet edemesek de sesinizi yıllar sonra duymuş olmak içtenliği bir ömür sürecek dolu dolu bir sohbet kadar etkiledi beni. Değerli eşiniz, Hatice teyzemiz ile dilerim ki mekânınız cennettir.
Allah’a ısmarladık Ahmet amca.
Alparslan’ın çocukluk arkadaşı Yaşar
9 Ağustos 2025
Cevizli Park’ın alışılagelen sakin ve serin hâlinden uzak bir günün öğlesinde Salih Erayabakan, Yavuz Kekevi ve İbrahim Ercan’la ömrün yarısını teğet geçen bir çay molası.
10 Ağustos 2025
Uzun zamandır Türk sinemasının seyirciye sunabildiği hatırı sayılır bir sinema filmi izlememiştim. Bu film yaratıcılık ve oyunculuk yönünden bana ilgi çekici geldi. Hikâyesi, alt metni, oyuncu performansları, sekansların dakikliği derken kaliteli bir yapım izlemenin mutluluğunu yaşadım. Maske: Nezaketle Tebessüm, senaryosunu Hayri Emrah Ertaş’ın yazıp Berker Berki’nin yönettiği kayda değer bir film. Polisiye türünün gerilimini, dramın katmanlı durumlarını başroldeki Kaan Turgut’un jest ve mimikleriyle güçlendiren filmin kadrosunda Nilay Deniz, Mert Turak, Burç Kümbetlioğlu’nun yanı sıra Hakan Vanlı ve Altan Erkekli gibi usta isimler de yer alıyor.
Film alt metinde, çocukluk travmasından yıkıma uzanan dramatik bir yaşamın üstüne yürüyen Barış ve onun nezdinde nicelerinin gerçeklerle yüzleşmesine yol gösteren ahlaki bir davranış olarak dürüstlüğü, sonuçları ne olursa olsun gün yüzüne çıkan bir değer olarak sunuyor.
Özetle: Özünde dürüstlük olan hiç kimsede hiçbir maske gerçekleri gizleyemez.

Yorumlar
Yorum Gönder