Günebakan 31: "Son Irmak Kuruduğunda"
Yaşar ERCAN
14 Nisan 2025
Black Mirror’ın 7. sezonunda 6 yeni bölüm yayınlandı. Bu sezonu hafıza ekseninde kurgulamalarının özel bir nedeni olmalı. Tüm bölümlerin ortak vurgusu insan zihnine müdahale eden gelişmiş bilgisayar teknolojisi. Hedefe insanın düşünce yapısının bilgisayar kodlarıyla yönlendirilebilmesi ve insanın robotlaştırılmasını koyan teknolojiye yön verenlerin uzundur uğraştıkları ütopik arzularını işleyen dizi ekibi hayatımızı kolaylaştıran teknolojilerin bir anda hayatımızı kabusa çevirebileceğinin de sinyallerini veriyor. Dizinin bu sezonu kara bir geleceği yansıtıyor ve distopik ancak bir o kadar da olası yeni dünya düzenindeki sıradan insanın hâlinden kesitler sunuyor. Korkutucu ve yaratıcılık sınırlarını zorlayan dizide görsel efektler, derinlemesine düşünmeyi destekleyen hikâyeler ve insanın sınırsız açlığını temsil eden karakterler gizil bir mesajı alıcısına iletiyor.
15 Nisan 2025
Birkaç haftadır Paris İklim Anlaşmasını inceliyorum. Vaktiyle imzaladığımız Kyoto Protokolünün genişletilmiş ve daha ağır yaptırımları olan ilginç bir anlaşma. Anlaşma metni 15 sayfadan oluşuyor. Metne, İklim Değişikliği Başkanlığının resmî internet sitesinden erişilebiliyor.
Metindeki bazı kavramlar aba altından sopa gösteriyor. Ayrıca gelişmiş ülkelerin sera gazı üretimini azaltma çalışmalarına destek olmak adına gelişmekte olan ülkelere finansman sağlaması anlaşmanın rüşveti gibi duruyor. Anlaşmada ısrarla teknoloji kullanımının artırılması, yaygınlaştırılması ve bunun denetlenmesinin vurgulanması gelişmiş ülkelerin tahakküm alanını sağlamlaştırma çabası gibi de okunabilir.
Anlaşmaya karşı çıkan görüştekilerin genelde birleştiği konular; yapay et üretmeye zemin oluşturulmak istendiği ve bazı ülkelerdeki tahıl başta olmak üzere meyve-sebze üretiminin kısıtlanabileceği endişesi. Bu endişe yersiz değil aslında, endişenin ortaya çıkmasının nedenine bakınca hiçbir fikri olmayan herhangi bir insan bile şüphe duyabilir. Zira sera gazı üretiminde dünyada ilk üç sırayı alan Amerika, Çin, Hindistan gibi devletlerin -ki bu üç devletin nüfusu dünya nüfusunun yarısını oluşturuyor- anlaşmayı imzalamamışlar ve imzalamayacaklar. Bu üç devlet aynı zamanda teknoloji üretiminin de en büyük paydaşları. Hem üreten hem tüketen en kalabalık ülkelerin iklim anlaşmasına yanaşmaması bile bu anlaşmanın üzerindeki kara bulutları artırıyor.
Oysa anlaşmanın hedefinde olan yıllık küresel ısınmanın 2 santigrat derece civarında tutulma arzusunu doğrudan bu üç devletin doğaya saldığı zehirli gazlar zedeliyor. 180’e yakın ülkenin imzaladığı anlaşmadaki resmî bildirime göre sera gazı salınımının %55’i imzacı ülkelerce üretilirken kalan kısım imzaya yanaşmayan ve her geçen gün dünya üstündeki tahakkümünü artıran ülkelerce gerçekleştiriliyor. Nitekim her geçen gün artan dünya nüfusuna bakıldığında bu nüfusun geçimini sağlayacak besin maddelerinin doğal yollarla yetiştirilmesi için korunması gereken tarım alanlarının, içme sularının hunharca yok edildiğine tanık olmak sözde iklim anlaşmaları safsatalarının inandırıcılığını daha oluşmadan yok ederken dünya nüfusuna yetebilen yaşamsal gıdaların kirletilen ve verimi düşen toprağın kaldıramayacağı bir yüke dönüşmesinde de yine aynı devletlerin hırs ve ihtirasları var. Netice itibarıyla Paris İklim Anlaşması devletlerin imzasıyla tahakküm altına alınsa da vatandaşlar nezdinde büyük bir anlaşmazlıkla meclise sunulacak. Şef Seattle’ın da söylediği üzere: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!”.
16 Nisan 2025
Artık baharın geldiğini hissettiren güneşli ve ılık bir güne uyanıp sabahın erken saatlerinde evden çıktım. Evin yakınındaki ikisi beyaz (1998’de birini babamla dikmiştik) diğeri pembe salkımlarla süslenmiş akasya ağaçlarından yayılan muazzam koku, güne başlarken doğanın küçük bir armağanı gibi doldu ciğerlerime. Yan komşunun bahçesindeki turunç ağacı da çiçek açmış, yakınından geçerken onun kokusunu da çektim içime. Bu hoş kokulardan aldığım mutlulukla okula gittim. İlk dersi bahçede yaptık. Serçelerin birbirinin sesini bastıran ötüşleri eşliğinde payam ağacına tırmanıp doludan yara alarak da olsa kurtulan çağlaları topladık. Bir bahar enerjisi tuttu bizi.
17 Nisan 2025
Günlük tutmaya orta okul çağlarında başladım ancak aile içerisinde günlüğümün sakladığım yerden bulunup okunduğunu fark ettiğimde utançla uzaklaştım yazmaktan. Üstünden uzun yıllar geçti. Onur Çalı’nın Dünlükler’ini okumaya başladım. Ardından Haldun Taner’in Ferhan Şensoy’a yazmak üstüne verdiği öğüdü dinleyince günlük yazmaya karar verdim. Aslında daha önce düzensiz olarak tuttuğum günce notlarını bir disiplinde buluşturmaya başladım da denebilir. Ayrıca çağdaşım yazarlar Mesut Barış Övün’ün Günizleri, Nazmi Özüçelik’in Öz-Günlük’ü ve İlhan Durusel’in Düzgünlükler adlı günceleri de günlük yazmanın yazınsal niteliği artırdığına olan inancımı güçlendirdi. Arada kaytarsam da Günebakan yolculuğu böyle başladı.
18 Nisan 2025
Kırlangıçlar Peynirdere’ye gelmeye başladı. Şu sıralar yuva kuracak güvenli bir yer bulma ümidiyle çift hâlinde uçuyorlar. Gagalarında özenle taşıdıkları çamuru çayın kıyısındaki killi topraktan seçiyorlar. Burası aynı zamanda toplanma alanlarını oluşturuyor. İmeceden uzak olduklarından çiftler hâlinde başlarının çaresine bakıyor; saçak altı, tavan köşesi ya da kirişlere çamurla kuru otları karıştırarak bir sepet örer gibi inşa ediyorlar yuvalarını. Bir konut kurmanın tüm aşamalarını özenle yerine getiriyor, yabancı eli değerse inşaatı terk ediyorlar. Doğuştan ruhsat sahibi olmanın gereği bu sanırım.

Yorumlar
Yorum Gönder