Günebakan 32: "Yapılan iyilik başka bir iyiliği doğurur."
Yaşar ERCAN
21 Nisan 2025
“Benjamin çiftliğin hem en yaşlı hem de en aksi hayvanıydı. Ağzını ayda yılda bir açar, açtığında da niyeti sadece gırgır geçmek olurdu -mesela bir defasında Tanrı’nın ona kuyruğunu sinekleri kovması için verdiğini ama sineksiz bir dünyada, kuyruksuz yaşamaya da razı olacağını söylemişti. Çiftlikteki hayvanlar arasında bir kere bile güldüğüne rastlanmamış tek hayvan oydu.” (George Orwell, Hayvan Çiftliği, Syf. 8, çev. Ayberk Erkay, YKY)
Kült filmleri, klasik kitapları dillere pelesenk eden popülarite hoşlandığım bir şey olmadığından yapıtların üzerine çokça konuşulduğu, halk ağzıyla ünlü olduğu, dönemlerde izlemeyi de okumayı da sevmiyorum. Bu nedenle George Orwell’in Hayvan Çiftliği adlı kitabını henüz okuyabildim. Aslında kitabı okumayanların da okumuş kadar oldukları sosyal medya paylaşımlarından anlaşılıyor ancak satır aralarında geçen bazı cümleleri ne yazık ki kaçırıyor kitaba aşina ama hiç okumamış okur. Yukarıdaki alıntıladığım paragraf kitabın eşek karakterini tanımlıyor. Gülmeyi bilmeyen paylaşmayı da beceremiyor çünkü gülmek insani diğer eylemlerden farklı olarak öğrenmeyle gerçekleşen ve değer bulan bir eylem. İnsan canı yandığında, yakınını kaybettiğinde, hastalandığında, sinir krizine girdiğinde pekâlâ ağlayabilir. Bu ağıt gösterisine yakınları da katılabilir ancak gülmek ne ağlamak gibi taklit edilebilir ne de tükenme belirtisiyle ortaya çıkabilir. Gülmek enerji içerir. Güçlü ve mutlu bireylerin yüzünde temsil edilir. Bu nedenle kitabın bu paragrafı bana düşündürücü ve trajikomik geldi. Gel gelelim kitabın herkesçe anlaşılma isteğinin özünde müthiş bir taşlamayla birleştirilmesi erki eline alanların benzeşmesini şu cümlelerle özetliyor: “Penceredeki hayvanlar gözlerini domuzlardan insanlara, insanlardan domuzlara çevirip durdular, son bir defa önce domuzlara sonra insanlara baktılar ama insanı domuzdan, domuzu insandan ayırmanın imkânı yoktu.”
22 Nisan 2025
Bugün Manas ve Peynirdere İlkokulu’ndaki öğrencilerimiz sinemayla tanıştı. Sinema salonunda film seyretmeyi deneyimlediler. Yüzlerindeki mutluluk ve heyecan görülmeye değerdi. Sinemayla lise, tiyatroyla üniversite yıllarında tanışmış biri olarak öğrencilere henüz ilkokul çağında sinema ve tiyatro kültürü aşılamak istiyorum. Kısmet olursa önümüzdeki yılın bu zamanlarında okulun bahçesinde çocuk filmleri şenliği düzenlemeyi planlıyorum. Henüz fikir ve araştırma aşamasında ama bu fikir bile bana heyecan veriyor.
23 Nisan 2025
Peynirdere’de 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı haftaya yayarak dolu dolu geçirmeye, özellikle çocukların doyasıya eğleneceği etkinliklerle geçirmeye özen gösteriyoruz. Bugün de günün erken saatlerinde şiirlerle şarkılarla başladığımız gösterilere geleneksel oyunlar ve sportif çeşitli faaliyetlerle devam ettik. Tabii günü artık gelenekselleşen (Türkiye’de ilk kez ya da bir kez bile yapılsa etkinliğin ilanında “Geleneksel” yazmak gelenektir ancak bizim bu etkinlik 10 seneyi aştığından geleneksel sözcüğünü kullanabiliriz sanırım) kavurma şenliğimizle noktaladık. Her şey güzeldi. Çocukları evlerine uğurlarken İstanbul’da 6.2 şiddetinde deprem olduğu haberini aldım. Vakit kaybetmeden İstanbul’daki yakınlarımı aradım. Şükür ki bu deprem yıkıma neden olmamıştı. İnsan sormadan edemiyor ya farklı bir senaryo olsaydı? Maraş depremlerinde kaybedilen on binlerce insan, yıkılan binlerce yuva ders olmadı mı? Daha önce deprem yaşamayan bu ruhsal durumu anlayamaz. Depremde empati hiçbir işe yaramaz. Güvenli yaşam alanlarına bir an önce yerleşmek bu ülkede artık temel ihtiyaçlardan biridir.
24 Nisan 2025
Çocukluğumda Müfettiş Gadget zannettiğim müzik grubu Ayna’nın solisti Erhan Güleryüz’ü Kahramanmaraş’taki konserinde kanlı canlı dinledim. Gözlüğü olmasa gözlerinden anlaşılabilecek yılların yorgunluğu sesinin rengine hiç uğramamış. Ezbere bildiğim şarkılarına eşlik ederken zihnim doksanlı yıllarda dolaşmayı ihmâl etmedi. Yaşam sayaç tıkır tıkır işliyor.
25 Nisan 2025
Sevgili Sun Zi,
Hakkında kesin bir bilgi yok. Büyük olasılıkla adını dahi yanlış biliyoruz ancak yazdığın Savaş Sanatı isimli kitaptan yola çıkarak seni Çin topraklarının yetiştirdiği bilge bir komutan ve düşünce insanı olarak tanımlamak sanırım yanlış olmaz. Aradan geçen iki bin beş yüz yıla yakın süreden bu yana savaş teknikleri daha acımasız, daha vahşi ve daha ölümcül bir hâle geldi ki görsen yazdığın kitaptan utanırsın. Tabii bu konuda seni suçlamıyorum, yanlış anlaşılmak istemem. İnsan dünyaya gelmekle birlikte yaşamak için öldürmeyi göze alabilecek kadar güçlü olmaya itilmeseydi, herkes insanca yaşamanın bilincinde ve duyarlığında olsaydı, kimse savaşmak zorunda kalmazdı. Savaşlar insanlığın kaderi olmazdı. Kara haberlerden uzaklaşıp insanın iç dünyasına yazılmış bir öğütname gibi okunduğundaysa kitabın, verdiği küçük derslerle büyük değişimlere ulaşmak için bir rehber olarak da görülebilir. İnsan öncelikle kendi hayatını biçimlendiren dünyayı algılayış biçimini, zihnini, duygu ve düşüncelerini bir disiplin çevresinde yetiştirir ve geliştirirse, kendiyle savaşmayı bırakıp kendine dair her alanda kendiyle barışırsa belki haricindeki insanlara da daha ılımlı ve dost canlısı yaklaşımda bulunabilir, ne dersin?
Kitabın bir bölümünde şöyle diyorsun: “Düşmanı yamaç yukarı kovalama, yamaçtan aşağı gelen düşmanın önünde durma, kaçıyormuş gibi yapan düşmanı kovalama, sıkı askerlerinin üzerine yürüme, düşmanın yemini yutma, geri çekilenlere müdahale etme, düşmanı kuşattığında ona kaçabileceği bir alan bırak, köşeye sıkışmış düşmana baskı yapma. İşte bu savaş sanatıdır.” Ancak bu cümleleri ben şöyle okudum: “İmkânsızı kovalama, ayağına gelen fırsatları tepme, ruhunu yoracak kovalamacalara girme, taş duvara laf anlatma, her söylenene kanma, gidenin peşinden koşma, gitmek isteyene açık kapı bırak. İşte bu yaşam savaşıdır.”
Pek tabii yaşam şartları senin yaşadığın dönemin çok çok uzağında artık. Hangimiz daha rahat yaşadık, bunu tartışmak fuzuli bir eylem. Ama bilmeni isterim ki günümüz şartları da en az senin yaşadığın dönemdeki şartlar kadar ağır; en azından fiziksel ve ruhsal olarak. Bize bıraktığın bu değerli kitap için teşekkür eder, iyi ruhlarla birlikte olmanı dilerim.
Okur dostun Yaşar.
26 Nisan 2025
Yavuz Selim’e taşınalı birkaç hafta olmuştu. Duvara oturmuş sokakta hemen hemen yaşıtım bir grup çocuğun top oynayışını izliyordum. Adının oyuna girerken Cihan olduğunu öğrendiğim arkadaşım beni kaleye aldı. Kaleci olmuştum. Ben çık dersem çık dedi, tamam dedim. Rakip takımdan bir oyuncu topu sürerek bana doğru gelirken Cihan “Çııııık” diye bağırdı. Ben de tam kenara çıkarken rakip çocuk gol attı. Cihan, “Ulan sen hiç top oynamadın mı? Çık deyince rakibin üstüne doğru koşacaksın. Oyundan çıkmayacaksın.” dedi. O gün futbol hayatım başlamıştı. Aslında o gün futbolda tribün kültürümün de ilk deneyimiydi. Ardından mahalle maçları, okul takımı, Kahramanmaraş Belediye Spor alt yapı takımlarında lisanslı futbolculuk hayatı derken hem sporla -özellikle futbolla- iç içe oldum hem de tribünlerin dilini öğrendim. Amatörde de maç seyrettim profesyonel kulüplerin büyük statlarında da. Hepsinin ortak duygusu heyecandı. Parayla satın alınamayan bir duygu bu. Kolektif bir duygu. Birbirini bir daha hiç görmeyecek binlerce insanın aynı tribünlerde aynı şarkıyı söylemeleri, aynı öfkeyi, sevinci, hüznü paylaşmaları ve kalplerin ortak atmalarına neden olan özel bir duygu. Nereden geldi aklıma, unutmadan not edeyim. Bugün İstiklal Basket ile Göztepe arasında oynanan maçta salonu hınca hınç dolduran seyircilerin tribünden taşmasından dolayı oyunu parke kenarındaki duvara yaslanarak izlerken o ilk tribün deneyimim geldi aklıma. Neredeyse otuz yıl geçmişti tabii üstünden ancak insanı tebessüm ettiren güzel bir anıydı. Kayda geçsin istedim. Bu arada Kahramanmaraş’ta birkaç haftadır basket maçına gidiyorum neredeyse her maç tribünler tamamen dolu oluyor. Üstelik sanki uzun yıllardır salonda maç izleme deneyimine sahip bir taraftar topluluğu gibi herkes tezahürat ve destek konusunda takdire şayan. Tribün kültürünün hızlı oluşması sevindirici. Hem de küfürsüz ve sahaya bir şeyler atılmadan…
27 Nisan 2025
Sergio Pablos’nun yazıp yönettiği animasyon film Klaus (2019)’u izledim. Şöyle diyordu filmde Klaus: “Yapılan iyilik başka bir iyiliği doğurur.”

Yorumlar
Yorum Gönder